Roma Sezar’ını Gönderme Vakti!

Geldiklerinde bir yüzükleri vardı, gitmek bilmediler ve elimizde kalan neyimiz varsa göz diktiler.

Uzun yıllardır devamlı vites artıran eş dost kayırmacı kapitalist siyaset Türkiye ekonomisini çökertti. Halkın sırtındaki küfeden eşe dosta dağıtılan avantalar, makamlar kapitalist sistem mekanizmalarını işleyemez hale getirdi. Büyük vaatlerle geldiler, büyük götürdüler ve vaatlerini gerçekleştirmeden gidecekler. Bu 20 yıllık sürecin özet faturası; katliamlar, zulüm, ötekileştirme, yolsuzluk, KHK’larla devlet kurumlarından tasfiyeler ve faşist koalisyonun devlet kurumlarını paylaşımı, Ekonomi Bakanı damatlar, baş danışman evlatlar, tam da evlada denk getirilen biçilmiş kaftan ebatlı kadro ilanları ve daha nice köprülerin, yolların, havalimanlarının çıktığı Roma Sezar’ı. Son 20 yılda bölgesel savaşların getirdiği tüm acıların kaynağında doymak bilmeyen kapitalist iştah yatmaktadır. Türkiye’yi yiyip bitiren Erdoğan ve hempaları, gözlerini Balkanlara, Kafkaslara, Kürdistan’a Ortadoğu’ya ve Afrika’ya diktiler. Bu 20 yılda şoförü, çaycısı, komşusu, ilkokul arkadaşı ve lise arkadaşları, milletvekilleri ve bürokrat oldular. Çok şükür üniversiteden arkadaşlarını besleme ihtiyacı duymadı!

Uzun yıllardır Roma Sezar’ını, akrabalarını ve dostlarını beslemekten dermanımız kalmadı. Roma Sezar’ını gönderme vakti geldi.

Milyonlarca Suriyeliyi, üç parçada Kürtleri sürgüne göndermede ve sersefil etmede bu faşist oligarşik kliğin sorumluluğu esastır.

Erdoğan, uzun bir süreç boyunca direksiyonun kendisine bırakılması gerektiğini çeşitli gerekçelerle rasyonelleştirmeye çalıştı. Erdoğan tek adam yetkilerini çeşitli argümanlar üzerinden talep etmişti. Birincisi, Türkiye’de derinleşmesi beklenen küresel krizin etkilerinden korumak, ikincisi, bölgesel aktör konumunu güçlendirerek, istikrarsızlık ortamında yeni dengelerden yararlanarak Türkiye’yi büyük emperyalist güce dönüştürme hedefi, üçüncüsü, Gülen Cemaati’nin ve özellikle Arap Baharı sürecinde bölgesel bir güç haline gelen Kürtlerin tasfiyesi, dördüncüsü, tek elden verilecek kararlarla devletin ekonomik olarak güçlenmesi. Bu argümanların karşılık bulmayacağını düşündüğü anlarda bütün toplumu açık bir biçimde tehdit etmekten de geri durmadı. Hatta daha da ileri giderek katliamlar ve kirli tertipleri herkesin gözünün önünde gerçekleştirdi. Bütün bu argümanları öne sürerek kendisine tek adamlık yetkilerinin verilmesini isteyen Erdoğan, milliyetçi-muhafazakar ve Kemalist klikle ittifak kurarak arabanın direksiyonunu ele geçirmeyi başardı.

Erdoğan, siyasal erki kendi elinde toplamış olmanın avantajlarını kullanarak hızlı biçimde istediği kararları alabiliyor. Milyonlarca insanın, doğanın ve varlıkların kaderi tek adamın ellerine teslim edilmiş durumdadır. Kürtler, Aleviler, kadınlar ve LGBTİ+lar nefret siyasetiyle ötekileştiriliyor. İç politikada iç düşman yaratma ve toplumu suç ortaklığı temelinde yönetme siyaseti uygulanıyor. Neo-Osmanlıcılık yayılmacılığa dayalı sömürgeci siyasetin kendisine motivasyon sağladığı ideolojik maske işlevi görüyor. Toplumun büyük bir bölümü bu yayılmacı sömürgeci siyasetin parçası haline geldi. İç ve dış düşman olgusu, toplumsal sistemdeki kimliklerde şu ya da bu biçimde, farklı biçim ve hallerde karşılık bulduğundan, Türk egemen sınıfı, yaşadığı derin iktisadi, siyasal ve toplumsal krizlere rağmen toplumu yönetme kabiliyeti gösterebildi. Balkanlar, Afrika, Kafkasya, Ege, Kıbrıs, Ortadoğu ve Kürdistan’da yayılmacılığa ve saldırganlığa dayalı bir siyaset izledi.

Yayılmacı siyasetin ve savaşın getirdiği maddi ve manevi külfet, milyonlarca yoksulun sırtına yüklendi. Yayılmacılığını saldırgan askeri yöntemlerle sürdüren Türkiye, faaliyet gösterdiği coğrafyalardaki halkların, maddi ve manevi anlamda büyük acılar yaşamasına neden oldu. Saldırgan savaş politikaları nedeniyle kendi ülkelerinden göç etmek zorunda bırakılan göçmenler, ırkçı ve faşist siyasete maruz bırakıldı. Piyasaya ucuz iş gücü olarak dahil edilen göçmenler üzerinden zenginliğine zenginlik katan Türk burjuvazisi, iç politikada göçmenleri işsizliğin ve yoksulluğun baş sorumlusu olarak gösterdi. Bu ırkçı ve faşist politikalar toplumda da karşılık bularak fiili saldırılara dönüştü. Türkiye, göçmenleri aynı zamanda dış politikada ABD ve AB’ye karşı siyasi koz olarak kullanarak çeşitli tavizler koparmayı da başardı.

Milliyetçi-muhafazakar ve Kemalist klik, yukarıda değinmiş olduğumuz durumlar üzerinden toplumsal kutuplaşmayı derinleştirerek oligarşik faşizmin ayakta kalmasını sağladı. Erdoğan ve ortakları, yaşanan ekonomik krizi yönetmez hale gelmiş bulunuyorlar. İktidardan düştüklerinde yönetilemez bir sistem bırakarak kendisinden hesap sorulamamasını istemektedirler. Elde ettikleri avantaların uzun vadede korunması ve bu sermayenin iktidardan düşse bile ucuz iş gücü pazarından ve devletteki kadrolaşmalardan istifade kendini sürdürebilecek yeteneğini koruması hedeflenmektedir. Hâlihazırdaki TL-USD kurundaki oynama bizzat Erdoğan kliğinin planı çerçevesinde gerçekleşmiştir.

Bizler komünistler olarak kitlelerle, ezilenlerle birleşme politikasında esnek davranmakta ve toplumsal muhalefette birleşmeyi esas almaktayız. Kapitalizmin iki cephesini de esas olarak kapitalizmin çizgisi olarak görmekteyiz. Bu nedenle iktidarı ve muhalefetiyle, burjuvazi ile yan yana yürüyecek yolumuz yoktur. Burjuva kliklerin toplumsal kutuplaşma eğilimlerine karşı uyanık olmalı, tavizsiz yaklaşmalı, bizleri yoksulluğa mahkum edenlere karşı mücadeleyi büyütmeliyiz.

Devrimci Sosyalist Federasyon

Devrimci Sosyalist Federasyon | Federasyona Şoreşger a Sosyalîst | [email protected]

© Tüm hakları saklıdır.